İnsan, son halini almış , tamamlanmış bir ürün değil, oluş halinde bir varlıktır. Bir durumdan bir başka duruma geçecek olan yolcudur. İnsanda varoluş duygusunu oluşturan şey umuttur. Umut etmek bir varolma durumudur. Kişinin kendini gerçekleştirme yolundaki kararlılığıdır. O, geleceğe, yaşama, çevresine ya da başkalarına karşı umut içinde aktif bir bekleyiş halindedir. Bu sebeple umut, insan olma halinin zorunlu bir parçasıdır ve yolculuk boyunca rotayı belirleyecek asıl edimdir.
Yaşamın anlamsızlığı ve beraberinde getirdiği umutsuzluk, mutsuzluk, çaresizlik, ihanet gibi olumsuzluklar olmasaydı acaba umut,mutluluk, aşk gerçek değerini bulabilir miydi? Yaşamda olumsuzlukların ya da umutsuzluğun olması bir avantaj mı yoksa bir eksiklik midir? Sonsuzluk ile sonlunun, geçici ile kalıcının, özgürlük ile zorunluluğun arasında duran , diyalektik bir varlık olan insan için umutsuzluk kaçınılmazdır. İnsan kendi olma sürecini umutsuzluk içinde yaşar. Benliğin gelişiminin, bireyin kendisini özgür bir ben olarak tanımasının yolu umutsuzluğunun farkına varmasından geçer. Umut,bizleri umutsuzluğa sürükleyen durumların olması halinde ortaya çıkar. Velhasıl umut , yaşamaya ve büyümeye eşlik eden ve farkında olmayı içeren ruhsal bir ögedir.
İçinde yaşadığımız dünya mutlak anlamda umutsuzluğa kapı açar, ancak buna karşın yalnızca böyle bir dünya , karşı konulmaz bir umuda olanak sağlar. Çoğumuzun umduğunu bulamadığı ,hayal kırıklığına uğradığı zamanları olmuştur. Bu, olumlu-yapıcı bişey aslında. Eğer insan umudunun boşa çıktığı deneyimini yaşamasaydı umudu nasıl güçlü,nasıl bastırılamaz hale gelirdi? Belki de umut, Spinoza’nın dediği gibi bir gelecek hayalinden yada konuları hakkında şüphelerimizin olduğu geçmişteki bir şeyden kaynaklanan değişken bir sevinçten başka bir şey değildir. Umut kendi içinde çelişkilidir; ne edilgin bir bekleyiş ne de gerçekleşmesi olanaksız koşuların gerçekçi olmayan zorlamasıdır. Umut, bu umutsuzluk çağrısına karşı aktif bir mücadele edimidir.
Umutla ilişkili iki öge vardır: inanç ve hayal…
İnanç, henüz kanıtlanmamış şeyin doğru olduğuna inanmak , bir olasılığa inanmaktır.İnanç, olasılığın gerçekliği konusunda emin olmaktır. En umulmadık ve en zor şartlarda dahi maddi ya da manevi ufacık bir umut kırıntısına yüklediğimiz anlamla, sonranın bilinmezliğine olan merakımız kesiştikçe yaşamaya devam etme isteğimiz bilenir.
Hayal, umuttan biraz daha öte bişeydir. Hayal kanıtlama durumuyla ilgilenmez, kanıtlanmaya gereksiniminden öte henüz olmamış bir şeyi, kanıtlansın yada kanıtlanmasın ,gerçekleşme olasılığı az olsa da burada şuan olmayan bir durumu öncelikle tasarlama gücü ve o olasılığa inanma gücüdür. Gerçekleşme olasılığını düşünmeksizin umut etmektir, zihinsel tasavvurla olma isteğidir, gerçekliği konusunda emin olmaksızın… Hayal kurma o gerçekliğin kesinliğine emin olmanın ötesinde, o şimdi burada olmayan gerçekliğin kendisi olma halidir. Hayal uzakta bir yıldız da olabilir, bu dünyaya içkin olmakla birlikte böyle bir içkinlik zorunluluğu yoktur. Hayal bir çok anlamda kullanılıyor; hedef anlamında, amaç anlamında umut anlamında... En yakın anlam umut olsa da hayalde bu gerçekliğin dışında bireysel, özgün bir gerçeklik tasavvuru barınmaktadır. Hayal kırıklığı , umutların boşa çıkması umulanın olmaması diye tariflenir. Hayallerin olmamasından pek söz edilmez. Hayallerin zaten olmazlığı üzerine düşünmemekten ötürü müdür bu söylem acaba?
Umut yok olduğunda yaşam olgusal yada gizil olarak sona ermiştir. Ölüm en büyük tehlike olarak görüldüğü sürece, insanlar yaşamdan bir şeyler beklerler. En büyük hayal kırıklığıdır ölüm…Oysa ölümsüzlük-sonsuzluk keşfedilmiş olsa , artık ölüm en büyüt umut olacaktı.Ulaşamayacağı bir hayali olmalı insanın , bu dünyanın saçmalığına katlanabilmesi için. Ölümsüz olma hayali de olabilir mesela , en çok da bu var galiba ki insanlar yazıp çiziyor, çocuk doğuruyor, öleceğini bile bile çocuk doğuruyor. Ölümün kesinliğini kabullenmekse yaşamı değerli kılıyor.
Umutsuzluğa düşmek kişinin tutsaklığını pekiştiren saçmalık, yalnızlık, imkansızlık gibi durumların sürekli tekrarlanması ve onun zamanın yeni bir şey getirmeyeceğine inanması anlamına gelir. Umutsuz kişinin aksine umut eden kişi yaşamdaki trajik ögeleri kabul eder ancak bunların kendisini parçalara ayırmasına, dikkatini başka yöne çevirmesine izin vermez. Umut, bireyi başkalarına, dünyaya bağlayan aktif bir birlik ilkesidir.Kişi umut ederek, henüz doğmamış şey için her an hazır olduğunu ama doğumun kendi yaşam süreci içinde gerçekleşmemesi halinde umutsuzluğa düşmeyeceğini bilir.
Tanrıların sürekli boşa çıkacak umutsuz bir iş yapmakla, hep yeniden aşağıya yuvarlanacak taşı tepeye çıkarmakla cezalandırdığı Sisyphos için Camus, anlamsızlığın bir simgesi der. Yaptığı iş anlamsız ve yararsızdır, ama bu işi sonsuzluğa dek görmekle yükümlüdür der. Sisyphos umutsuz bir kahraman olarak da gösterilebilir. Sisyphos her sabah koca bir kayayı ite ite bir tepenin başına çıkaracak, akşam olunca zirveye ulaşmış olan kaya yuvarlana yuvarlana aşağı inecek ve ertesi sabah aynı işlemi tekrarlayacaktır. Sisiyphos umutsuz bir kahraman mıdır? Trajik kahramandır doğru ama umutsuz denemez . Sisyphos’un umutsuz değil bilakis umutlu olduğunu düşünürüm ben. Sisyphos’un en önemli özelliği, cezasını bilinçli olarak kabul etmesidir. Kendi kaderine egemen olmasıdır. Çünkü, taş kendi taşıdır.
Camus, Sisyphos’u saçma (absurd) karakter olarak betimler. “Saçma kavramı, insan açısından evrenin akla, mantığa aykırılığını, tutarsızlığını anlamış; herşeyi olduğu gibi gören, bilinçli insanı ya da düşünceyi dile getirir. Varoluşumuzun ya da yok oluşumuzun kararını veremediğimiz bu yaşam, insan yaşamı, saçma ve anlamsız bir yaşamdır. Mutlak son (ölüm) ise, yaşamın anlamsızlığını ve dolayısıyla saçma yaşantıyı ortaya çıkaran temel olgudur. Sisyphos’ta uyumsuzluk bilinci açıklığa kavuşur, saçma’nın farkına varılır ve insan bununla hesaplaşarak kendi konumunu belirler”. (*)
Tanrılara tavır alışı, ölüme karşı duruşu, yaşam tutkusu, tüm varlığı, hiçbir şeyi bitirmemeye yönelttiği bu anlatılmaz işkenceye mal olur. İnandıkları uğruna ödenmesi gereken bedeldir bu. Uzamsız gökle , zamansız yerle ölçülen bu uzun çabanın sonunda amaca ulaşılmıştır. Sisyphos durur, taşın birkaç saniyede bu aşağıya inişine bakar, yeniden tepelere doğru çıkarmak gerekecektir onu. Sisyphos bu dönüş, bu duruş sırasında ilgilendirir beni der Camus. “Böylesine taşlarla başbaşa didinen bir yüz, taşın kendisidir şimdiden.Bu adamın ağır ama eşit bir adımla sonunu göremeyeceği sıkıntıya doğru inişi gözlerimin önüne geliyor. (...) Tepelerden ayrıldığı, yavaş yavaş Tanrı’ların inlerine doğru gömüldüğü saniyelerin her birinde, yazgısının üstündedir. Kayasından daha güçlüdür.”(*)
Günümüz insanı Sisyphos gibidir biraz… Hayatlarımız, amaçlarımız, plan ve projelerimiz, gelecek tasavvurlarımız bu ölümlü dünyada birer saçmalıktan ibarettir. Örneğin, öğrenciler üniversite sınavını kazanmak için var güçleriyle çalışırlar. Kazanırlarsa taşı dağın zirvesine çıkarmış olurlar, kazanamazlarsa taş, dağın eteklerine kadar yuvarlanmış olur ve ertesi yıl yeniden taşı dağın zirvesine taşımak zorunda kalırlar. Nihayet zirveye ulaşılır. Ancak çile bitmemiştir. Şimdi de taş dağın öbür yüzünden aşağıya yuvarlanmıştır. Ne yapılacak, bu döngüden vaz mı geçilecek? İnsan sabah kalkıp işine gider akşam eve döner , bu biteviye işlemi yıllarca sürdürür, arada ev alır, çocuk yapar vs. Bu mevzuya, yani insanın hikayesinin saçmalığına dair istediğimiz kadar somutlaştırma yapabiliriz. Ancak bence asıl mesele, menzile ulaşmada değil menzile giden yoldadır. Menzile giden yolun menzilden daha önemli olduğu fark edildiğinde zincirlerin de farkına varılır.
Ulaşamayacağı bir hayali olmalı insanın , bu dünyanın saçmalığına katlanabilmesi için. Ölümsüz olma hayali de olabilir mesela , en çok da bu var galiba ki insanlar yazıp çiziyor, çocuk doğuruyor, öleceğini bile bile çocuk doğuruyor. Ölümün kesinliğini kabullenmekse yaşamı değerli kılıyor.
“Dünyanın saçmalığı nerede?” diye soran Camus, “Saçma, yalnızca bir çıkış noktası sayılabilir. Ne olursa olsun,herşeyin anlamsız olduğu, herşeyden umudu kesmek düşüncesiyle kalamaz insan. Çünkü herşeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı olmadığını söylemek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak demektir. Ama yaşamak bile kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer verilmesi söz konusudur.”(*)
İnsanın kendi yaşamına yönelmesini simgeleyen Sisyphos, kayasına dönerken, kendisince yaratılan, belleğinin bakışı altında birleşen, hemen sonra da ölümüyle kapanan yazgısını seyreder. Efendisiz olan bu yaşam ona ne anlamsız ne de değersiz görünür. İnsansal olan herşeyin tümüyle insan kaynaklı olduğunu görür. Kaya hala yuvarlanır durur…“ Yuvarladığı taşın ufacık parçalarının her biri, bu karanlık dağın her madensel parıltısı, tek başına, bir dünya oluşturur. Tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter.”(*)
Sisyphos'u da böylece anlamsızlığı akıl ve bilinç gücüyle yenen insan kahraman olarak karşımıza diker Camus. Ben hayal gücüyle anlamsızlığı yendiğini düşünürüm. Hayal gücü akıl ve bilinçten bağımsız bişey değildir, hayal gücü zihnin hayal yaratma yetisidir. Geçmiş yaşantılara özgü deneyimlerle şimdiki yaşantı arasında bağ kurma ve geleceği tasarlayabilme gücüdür.
İşte insan hayatı da o taşın tepeye çıkarılıp yuvarlanması kadar geçen süredir kanımca. Spremin yumurtayla buluşmak üzere aldığı yoldadır hayat. Milyonlarca sprem rahme ulaşacak ancak biri dölleyecektir, diğerleri eli boş dönecektir, ya da hiçbiri ulaşamayacak, yere ,lavaboya dökülecektir. O spremlerin hayal kırklığından sözetmek mümkün mü? Sisyfhos’un hayal kırklığından sözetmek mümkün mü?
Umut bir kimsenin kişisel yaşamındaki olay ve durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal inancı olarak tanımlanabilir. Pandora kutusunu açtığında tüm kötülükler uçup gitmiştir, bir şey dışında: Umut. Mitte insanlığın umutsuzluk içinde sonsuza kadar kalmaması Pandora'nın kutudaki umudu bir süre sonra çıkarması ile başarılmıştır. Roma mitolojisinde ise umut son tanrıça olan Spes'tir. Son tanrıça olması tesadüf olmasa gerek, insana kalan son şeydir umut.
Kimileri der ki umut lanettir. Oysa umut hüzünlü bir sabırdır. Umut, hayal kurmakla hayal kırıklığı arasında gidip gelen bir yolculuktur. Büyük üzüntülerin ve onları takip eden derin, ağır sürecin kendine özgü bir ritmi vardır. Bu ritimleri kabullenmemek hiçbir geleceği olmayan bir geçmişin anıtını dikmektir diyen Robert Romanyshyn’a katılmamak ne mümkün.
Kişi umudunu belli bir obje ve zaman üzerine sabitlemesi ve bunu amaç haline getirmesi durumunda bir hayal kırıklığı ile karşılaşılırsa umuda ne olacaktır? Belli bir şeyi umut etmek, hayal kırıklığı riski taşır ve koşul koyar. Umudun kendisi, umudu aşan hayal ise koşulsuzdur ve umut edilen şeyden vazgeçerek güven duygusu ile hayal kırıklığına uğrasa bile onun üstesinden gelebilmektedir. Eğer umut etmek,neden ya da olasılık değerlendirmelerine dayandırılırsa nedenler yetersiz olduğunda insan umutsuzluğa düşebilir. O, imkanlarını ve kaynaklarını kendisiyle sınırlı gördüğü için bunlar tükenirse geriye hiçbir şey kalmayacağını düşünerek umutsuzluğa teslim olmuştur.
Diyelim ki, bir hastanın belli bir tarihe kadar iyileşmeyi umut etmesi onu hayal kırıklığına uğratabilecektir. Zira o vakte kadar iyileşemezse umutsuzluğa düşecektir. Bu durumda kişi, umudunu belli bir zaman ve obje üzerine kurması ve onu amaçlaması durumunda kendi umudunu koşullara bağlamış ve dolayısıyla onu sınırlandırmış demektir. Kişi umudunu bir zaman ve objeye odaklaşmaktan kurtarıp başlangıçta bağlı olduğu tikel konuları aşmaya başladığı, sınırsız bir hayali düşlediği, örnekte olduğu gibi iyileşeceğini umduğu andan itibaren, belli bir yaratıcı varoluş sürecinin hem kendinde hem de başkalarında sabır yoluyla gerçekleşmesine izin verecektir. Bu sayede sessizlik ve alçak gönüllülük içerisinde güvenle geleceğe yönelebilme olanağı bulacaktır.
Kimi bireysel,toplumsal ve kültürel yaklaşımlar, bireyleri, gündelik hayatın değişmez parçası olan hayal kırıklıklarının üstünü örtmeye, hatta onları yadsımaya teşvik ediyor. Bir çok konuda olduğu gibi hayal kırıklığı da yadsınarak çözülecek bir mevzu değildir. Umut etmek hayal kırıklığını da cebinde taşımak demektir. Ancak umut etmeyen hayal kırklığına uğramaz ki o da yaşamla bağdaşır değildir. Gündelik hayatımızda üzerine çok düşünmesek de umutlarımız vardır. Sonuç olarak çatışma ve hayal kırklığı kaçınılmazdır. Hastalık, ölüm ya da insan ilişkileri, evlilik, arkadaşlık alanlarında bir kayıp yaşandığında hayal kırıklığından kaçınmak hem bireysel ruh sağlığı hem de toplumun sağlığı açısından uygun değildir. Kırıklıkları onarak devam etmek, önce kırıklıkların farkına varıp yeni hayaller kurmakla mümkün olacaktır. Büyümek, olgunluğa erişmek, iyiliğin ve kötülüğün, sevginin ve nefretin,olurun ve olmazın eşit derecede parçamız olduğunu kabullenmek demektir.
En özgür insan en fazla umut eden, en fazla hayal kuran insandır, insanın varoluşundaki derinliği en fazla kavrayabilmiş olandır. Böylelikle o, özgür bir varlık olarak hazır bulunduğu, onayladığı ya da reddettiği ve bağlarını kopardığı varlığa göre, kendi anlam ve değerini belirleme olanağının kendisine bağlı olduğunun farkındadır. İnsanın gelişmesi bu farkındalığa,hayal kurmaya, hayal kırıklığına uğramaya, acı çekmeye, acının dayanılabilir olduğunu anlayınca dek ateşinde yanmaya, sonra küllerinden yeniden doğmaya bağlıdır. Bu, belki de sadece, adına yaşam dediğimiz sürecin ta kendisidir ve olmakla ilgilidir.
Halid Ziya Uşaklıgil hayalkırıklığı temasını Mai ve Siyah ‘da pek de olumlayarak anlatmamış olsa da, mai hayallerle siyah hayalkırıklıkları arasında geçen hayattır anlattığı. Doğum ve ölüm gibi… Kahramanı Ahmet Cemil’in dediği“Gözlerinin önünde o mai gece ile bu siyah gece karşılaştı: Mai ve siyah. Ah! Biçare hırpalanmış, ezilmiş hayat!.. Mai bir gece ile siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!..”(**) bahtsız değil sadece ömürdür. Mavi ile siyah arasında , iki kapılı hande geçen hayattır.
**Psikeart Dergisi "hayal kırıklığı"sayısında yayınlanmıştır.